Top-ads

Ã?nizleme

Dinimiz İslam

Yaşam

SON YAZILARIMIZ

Bendeki haklarını affet demek
Sual: Bende, mali, nefsi, ırzi ve mahremî gibi çeşitli hakları olan bir kişiye, bu hakları teker teker saymadan, (Bana bütün haklarını helal ettin mi) desem, o da, (Evet hepsini helal ettim) dese, haktan kurtulur muyum?
CEVAP
Evet, kurtulursunuz. Muteber kitaplarda bildiriliyor ki:

Helalleşirken günahı bildirmeyip, bendeki haklarını affet demek, caizdir. (İslam Ahlakı)

Bir kimse, diğerine, (Benim üzerimdeki bütün haklarını bana helal et) dese, o da (helal ettim) derse, bütün haklarını helal etmiş olur. Şayet hak sahibi, o şahsın üzerinde bulunan haklarını biliyorsa, hem hükmen, hem de diyaneten, teklif sahibi olan şahıs, bunlardan kurtulur. Şayet bilmiyorsa, bütün âlimlere göre, hükmen kurtulur; fakat diyanet yönüne gelince, İmam-ı Ebu Yusuf'a göre, bundan da kurtulur. Fetva da böyledir. Hulâsa'da da böyle bildiriliyor. (Fetava-i Hindiyye -helâlleşmekle ilgili meseleler)

Bir kimseye, (Bütün haklarını helal et) dense, o da (Helal ettim) dese, bu hakların ne olduğunu bilmese de, İmam-ı Ebu Yusuf'a göre helal etmiş olur. Fetva da böyledir. Çünkü, müphem, yani bilinmeyen haklar için, helalleşme bu ümmete mahsustur. (Berika)

Kişinin gizlemeye çalıştığı bir ayıbını söylemek uygun olmaz. Ancak üstü kapalı olarak, bu konularda ondan helallik talebinde bulunur. Eğer gıybeti ona bildirmek fitneye sebep olacaksa, o zaman onun için Allahü teâlâdan af talebinde bulunur. Meçhul hakları ibra etmenin, biz Hanefilere göre caiz olması, buna delildir.(Redd-ül muhtar)

Dünya mücadele yeridir

Sual: Dünya mücadele yeridir, her şeyle mücadele şarttır denilmektedir. Gerçekten böyle midir?

Cevap: Dünya mücadele yeridir sözü doğru bir sözdür. İnsan, yazın şiddetli sıcak ile, kışın karlı havada dondurucu soğuklar gibi, tabiat kuvvetlerine ve kötü kimselerin hile ve iftiralarına karşı manevi silahlarla ve maddi saldırılarına karşı mücadele hâlindedir. Düşmanla mücadele için, önce düşmanı iyi tanımak lazımdır. Yoksa, kendimizi koruyacağız derken, dostumuza zarar verebiliriz. İnsanın rahat yaşaması için, lazım olan şeylere mal ve mülk denir. İğneden, iplikten, eve, apartmana kadar, her şey maldır. 

Allahü teâlâ, bazı kimselere ve topluluklara, bazı malları kullanmak için, izin vermiştir. Bu mallar ve çocukları, komşuları, akrabaları, o kimsenin faydalandığı şeyler olur. Herkes malını, Allahü teâlânın izin verdiği kadar kullanır. Fazlasını kullanmak ve başkasının mülkünü kullanmak caiz değildir. Zira; "Mala, mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi?/Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi!" sözü meşhurdur. Haram yoldan gelen mala, mülke dünya denilmektedir. Dünya yani haram ve mekruhlar zararlıdır. Bir şeyin faydalı, zararlı olduğu, kitaplarda başka türlü bildirilmektedir. Bunların  doğrusu, Allahü teâlânın bildirdiğidir.

***

Sual: Evlenirken, hem kanuni işlemleri, hem de dinin emrettiklerini yerine getirmek şart mıdır?

Cevap: Evlenirken dinin emrettiği nikâh akdini yapmakla, Allahü teâlânın emri yerine getirilmiş olur. Kanuna uygun evlenmeyen, suç işlemiş olur. Dinî nikâh akdi yapmayan, günah işlemiş olur. Bunlara aldırış etmeyenin cezası, kat kat çok olur. Müslüman, suç ve günah işlememelidir. Suç işleyerek cezaya çarpılmak da günahtır.

***

Sual: Kalbini, inkâr ve günah kirlerinden temizlemeyen, Cehenneme mi gider?

Cevap: Kim olursa olsun, nefsine uyan, kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsin yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, çokça 'Lâ ilâhe illallah' ve kalbini nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden, günahlardan kurtulmak için 'Estağfirullah' okumalıdır. İslamiyete uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haram yiyip içenin İslamiyete uymadığı anlaşılır. Bunların duası kabul olmaz.

***

Sual: Bir kalpte iman bulunduğuna alâmet nedir, Peygamber efendimizin anne ve babasının kâfir olduğunu söyleyenler hakkında ne söylenebilir?

Cevap: Çok şaşılır ki, zamanımızda da İslâm âlimi olarak tanınan, fakat yetmişiki fırkanın en zararlısı (İsmailiyye) ağzı ile konuşan zavallılar görülmektedir. Peygamber efendimizin "aleyhisselâm" annelerinin ve babalarının kâfir olduğunu ve Peygamber efendimizin "aleyhisselâm" nübüvveti tebliğden önce putlara kurban kestiğini söyleyerek, vesika olarak da bazı Şii kitaplarını göstererek ve bunlar gibi nice yıkıcı yazılarla temiz gençleri aldatmağa, zehirlemeğe çalışmaktadırlar. Böylece bozguncuların maksadı; İslâm dinini baltalamak, gençlerin imanını çalmak, onlara küfrü bulaştırmak olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hadîs-i şerifte: (Kur'ân-ı kerime kendi aklı ile mana veren kâfir olur), buyuruldu. Din âlimleri edepli idi. Dikkatli konuşurlardı ve yazarlardı. Yanlış bir şey söylemeyeyim diye, çok düşünürlerdi. Ulu orta konuşmak, İslâmiyeti (Edille-i şer'ıyye)den, yani dört ana kaynaktan alarak değil de, kendi yanlış görüşleri ile ve bozuk düşünceleri ile anlatmağa kalkışmak, değil bir İslâm âliminin, herhangi bir Müslümanın bile yapacağı şey değildir. Peygamberimizin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ve Eshâb-ı kiramın "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în" büyüklüğünü anlamayan cahillerin, itikadı zedeleyen yıkıcı sözlerini ve yazılarını öldürücü zehir bilmeliyiz.

Allahü teâlâ, kalplerimizde, sevdiklerinin sevgisini arttırsın. Düşmanlarını sevmek felâketine düşürmesin! Bir kalpte iman bulunduğuna alâmet, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemektir.] (İslâm Ahlâkı s. 183)

Yalnız Allah'tan korkmak ne demek?

Sual: Kur'an-ı kerimdeki, (Yalnız Allah'tan korkun) ve (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki ayetlerden kasıt nedir?

CEVAP
Bizi Cennete koyacak olan da, Cehenneme atacak olan da Allahü teâlâdır. Bir başkası bu işi yapamaz. (Putların gazabına uğrarız da, bizi Cehenneme atar) gibi bir korku yanlış olur. Deccal veya başka zalimlerden, bizi Cehenneme sokar diye korkulmaz. Bu hususlarda yalnız Allahü teâlâdan korkulur. Yılandan, hırsızdan, caniden korkmalar, bununla ilgili değildir. Allahü teâlâ dilerse, bu korkulardan da bizi muhafaza eder.

(Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki âyet-i kerimeden önce, (Yalnız sana ibadet ederiz) buyuruluyor. Demek ki, ibadet yalnız Allahü teâlâya olur. Putlara veya başkalarına olmaz.
İbadetten sonra yardım istemek, bu ibadetin yapılmasında, kabul edilmesinde ve neticede Cennete girmemizde, yalnız senden yardım dileriz demektir. (İnsanlardan istenen yardımda da, yardımı yaratan sensin, başkasından bir yardım istesek bile, bu yardımı yaratan sensin, bize her türlü yardım senden gelir, yükümüzü birisi kaldırsa buna o gücü veren sensin, senin emrin olmadan kimse kimseye yardım edemez) demektir. Nitekim Abdülaziz Dehlevi hazretleri, Fatiha suresinin tefsirinde buyuruyor ki:

Birisinden yardım istenirken, yalnız Allahü teâlâya güvenilip, o kulun Allah'ın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın her şeyi sebeple yarattığı, o kulun da bir sebep olduğu düşünerek ondan yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur. (Tahkik-ul-hakkıl-mübin)

Kurtubi tefsirinde buyuruluyor ki:

(Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz) mealindeki âyet-i kerimeyi kabul edip söyleyen, Cebriye'den de, Mutezileden de uzak kalmış ve onlara gerekli cevap verilmiş olur.

Mutezile fırkası, (Allah bizim yaptığımız işlere karışmaz) diyor. Biz, (Ya Rabbi, senden yardım isteriz) demekle, işi yapanın Allahü teâlâ olduğu meydana çıkıyor ve Mutezile rezil oluyor.

Cebriye fırkası ise, (Her işi yapan Allah'tır, kulların hiçbir rolü olmaz, günahı, sevabı işleten de odur) diyor. Biz, (Ya Rabbi, sana ibadet eder ve senden yardım isteriz) demekle, kulların da iş yaptığı, ibadet ettiği ve yardım istediği meydana çıkıyor. İbadeti bizim yaptığımız, günahı bizim işlediğimiz, dolayısıyla günahtan mesul olduğumuz meydana çıkıyor. Cebriye'ye gereken cevap verilmiş oluyor ve Cebriyecilikten de kurtulmuş oluyoruz.


Sual: Bir kimse, hangi sebeplerden dolayı namazı vaktinde kılamazsa, kendisine günah olmaz?

Cevap: Farz ve vacib olan bir namazı bile bile kazaya bırakabilmek için, iki özür vardır:

Biri, düşman karşısında olmaktır.

İkincisi, seferde yani üç günlük yol gitmeye niyeti olmasa bile, yolda bulunan kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır. Bunlar, oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veya hayvan üzerinde ima ile de kılamadığı zaman, kazaya bırakabilir. Bu iki sebep ve uyku, unutmak sebebi ile namazı vaktinde kılamamak, kaçırmak günah olmaz.

***

Sual: Hasta olup namazını kılamayan kimse, eğer iyi olamazsa, kılamadığı namazlar için kefaret yapılmasını vasiyet edebilir mi?

Cevap: Namazlarını ima ile dahi kılması mümkün iken, kılmadan ölüm haline gelen kimsenin, namazlarının kefareti yapılması için vasiyet etmesi lazımdır. Namaz kefareti, her vakit namaz için, bir Müslüman fakire yarım sâ' yani binyediyüzelli gram buğday vermektir. Bunu, vasiyet ettiği kimse veya varisi verir. Vasiyet edenin bıraktığı malın üçte birinden verilmesi lazımdır. Ölürken vasiyet etmedi ise, kimsenin vermesi lazım olmaz.

***

Sual: Kazaya kalan oruçların kazasında ve vaktinde yapılmayan tilavet secdelerinin yapılmasında, acele edilmezse günah olur mu?

Cevap: Secde-i tilâvet ve oruc kazası, acele değildir. Gecikirse günah olmaz.

***

Sual: Kış aylarında, gecelerin uzun olması sebebiyle yatsıyı geç kılmanın mahzuru olur mu?

Cevap: Kış aylarında, yatsıyı vaktinin üçte birine kadar geciktirmek müstehabdır.

***

Sual: Namaz vaktinde uyku bastırsa, biraz uyuyup sonra kalkar namazı kılarım diyerek uyumanın mahzuru olur mu?

Cevap: Bu konuda fıkıh kitaplarında deniyor ki:

"Vakit girdikten sonra uyuyup namazı kaçırmak, haram olmaz ise de tahrimen mekruhtur. Birisine tembih ederek veya saati kurarak uyanmayı temin edince ve vakit girmeden evvel uyumak mekruh olmaz."

***

Sual: Bir kimse, namaz kılması mekruh olmayan vakitlerde nafile namaza başlasa, sonra da bu namazı bozsa, bunu kaza etmesi gerekir mi?

Cevap: Her cins namazı vaktinde kılmaya eda denir. Nafile namazı kılmaya başlandığı vakit, bu nafile namazın vakti olur ve tamamlanması vacib olur. Fasid olursa, yani bozulursa kazası vacib olur.

***

Sual: Tadil-i erkân nedir, bilerek veya bilmeyerek yapılmazsa telafisi var mıdır, ne yapmak gerekir, terk etmenin zararları nelerdir?

Cevap: Namazın beş yerinde, tadil-i erkânı, unutmadığı hâlde, bilerek terk etse, İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre "rahime-hullahü teâlâ", namazı fasit olur. Tarafeyne göre, fasit olmaz. Lakin vacibin kasten terki dolayısı ile, noksanın cebri için iade lâzım gelir. Unutarak terk edince (Secde-i sehv) lâzım olur.

Tadil-i erkânın terkinden, yirmialtı kadar zarar vardır:

1- Fakirliğe sebep olur.

2- Ahiret uleması, ona buğz eder.

3- Adaletten düşer, şehadeti makbul olmaz.

4- Namaz kıldığı mekan, kıyamet gününde aleyhine şehadet eder.

5- Bir kimse, tadil-i erkânsız namaz kılarken biri görüp söylemese günahkar olur.

6- O namazın tekrar kılınması vacib olur.

7- İmansız ölümüne sebep olur.

8- Namazın hırsızı olur.

9- Kıldığı namazı, eski bez gibi -yevm-i cezada- yüzüne vurulur.

10- Allahü teâlânın merhametinden mahrum olur.

11- Allahü teâlâya münacatta, sû-i edeb etmiş olur.

12- Namazın fazla olan sevabından mahrum olur.

13- Sair ibadetlerin sevabının verilmemesine sebep olur.

14- Cehenneme müstahak olur.

15- Cahiller onu görüp, tadil-i erkânı terk etmelerine sebep olur. Bunun içindir ki, din adamının günah işlemesi, daha çok azab çekmesine sebep olur.

16- İmamına muhalefet etmiş olur.

17- İntikalatta olan sünnetleri terk etmiş olur.

18- Allahü azîm-üş-şanın gazabına duçar olur.

19- Şeytanı sevindirmiş olur.

20- Cennetten uzak olur.

21- Cehenneme yakın olur.

22- Kendi nefsine zulüm etmiş olur.

23- Nefsini mülevves etmiş olur.

24- Sağında ve solunda olan meleklere eziyet etmiş olur.

25- Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" mahzun etmiş olur.

26- Bütün mahlûkata zararı dokunur. Zira o kimsenin günahı sebebine, yağmurlar yağmaz, yerde ekinler bitmez ve vakitsiz olarak yağmur yağmış olup, fayda yerine zarar vermiş olur. (İslâm Ahlâkı s. 259)


Sual: Duanın makbul olması için, ne gibi şartlar vardır?

Cevap: Duanın makbul olması için, beş şart lazımdır:

1 - Müslüman olmak.

2 - Ehl-i sünnet itikadında olmak. Bunun için, dört mezhepten birini taklit etmek lazımdır.

3 - Farzları yapmak. Kazaya kalmış namazları, geceleri de ve sünnetler yerine de kaza ederek, bir an önce ödemelidir.

Farz namazı kazaya kalan kimsenin, sünnet ve nafile namazları ve duaları kabul olmaz. Yani, sahih olsa da sevap verilmez. Şeytan, Müslümanları aldatmak için, farzları ehemmiyetsiz gösterip, sünnet ve nafileleri yapmağa sevk eder. Namazı, vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kılmalıdır.

4 - Haramdan sakınmalıdır. Helal yiyenin duası makbuldür.

5 - Evliyâ-yı kiramdan birini vesile ederek, dua etmelidir.

Hindistan âlimlerinden Muhammed bin Ahmed Zâhid, (Tergîb-üs-salât) kitabının elli-dördüncü faslında, Farisi olarak diyor ki, (hadîs-i şerifte (Duanın kabul olması için, iki şey lazımdır: Birincisi, duayı ihlâs ile yapmalıdır. İkincisi, yediği ve giydiği helalden olmalıdır. Müminin odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı duası, hiç kabul olmaz) buyruldu.) İhlâs, Allahü teâlâdan başka, hiçbir şey düşünmeyip, yalnız Allahü teâlâdan istemektir. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek ve ahkâm-ı İslâmiyyeye uymak, bilhassa üzerinde kul hakkı bulunmamak ve beş vakit namazı kılmak lazımdır. (İslâm Ahlâkı s. 413)

***

Sual: Sünnet namazı kılmak, farzı vaktinde kılmağa mâni olur veya kaza kılmanın gecikmesine sebep olursa bu sünneti kılmanın dinen mahzuru olur mu?

Cevap: Vaktin sonunda, müekked sünneti kılmak, farzı vaktinde kılmağa mâni olursa, bu sünneti kılmanın haram olacağı fıkıh kitaplarında yazılıdır. Bunun gibi, sünnet namazı kılmak, kaza kılmanın gecikmesine sebep olacağı için, haram olur. Çünkü özürsüz terk edilmiş namazı kaza edecek kadar geçen her zamanda, [yani 6 dakikada] bu büyük günah kat kat artmaktadır. Müslümanları bu büyük felaketten korumak için, bütün fıkıh kitapları, kaza namazlarını geciktirmeden acele kılmak lâzım olduğunu yazmaktadırlar. Farz namazı fevt etmek, yani özür ile vaktinde kılamamak haram olmadığı için, bunların kazalarının müekked sünnetleri kılacak kadar geciktirilmeleri özür sayılmış, bundan fazla geciktirilmelerine izin verilmemiştir. (İslâm Ahlâkı s. 413)

***

Sual: Farz namazı özürsüz terk etmek ve kazasını geciktirmenin mahzurları nelerdir? Kaza kılmayı geciktirmek için neler özür olur?

Cevap: Konyalı Muhammed Hâdimî "rahime-hullahü teâlâ" (Berîka) kitabında, kötü huyların altmışıncısı olan (Günah işlemekte ısrar)ı anlatırken diyor ki: Farz namazı özürsüz vaktinde kılmamak büyük günahtır. Vazife olduğuna ehemmiyet, kıymet vermezse kâfir olur. (Fetâvâ-yı Zeyniyye)de diyor ki, (Günaha hemen, acele tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmeğe de tevbe etmek lâzımdır.) [Görülüyor ki, tevbeyi geciktirmek de günahtır.] Farz namazı özürsüz terk etmekte iki büyük günah vardır: Birincisi, namazı vaktinden sonraya bırakmaktır. Bunun tevbesi, pişman olmak, bir daha kaçırmamağa karar vermektir. İkinci günah, namazı terk etmektir. Bunun tevbesi, hemen, acele kaza etmektir. Kaza etmeği geciktirmek de büyük günahtır. Bunun için de ayrıca tevbe etmek lâzımdır. Çünkü günah işlemekte ısrar etmek, ayrıca büyük günahtır. Küçük günahı işlemekte ısrar etmenin büyük günah olduğu hadîs-i şerifte bildirilmiştir. Farz namazları özürsüz terk etmek haram olduğundan, bunların kazalarını geciktirmek için özür, beş vakit namazın farzlarını geciktirmeğe özür olan şeylerdir. Bu özürler, îmâ ile de kılamayacak kadar ağır hasta olmak, harpte düşmanın, yolculukta hırsızların ve yırtıcı hayvanların hücum etmeleri, unutmak ve uykudur. Ölüm hastalığı hâsıl olursa, öldükten sonra, fidye verilmesi için vasiyet etmek ve mal bırakmak vacip olur. (İslâm Ahlâkı s. 412)


Sual: Fitne ne demektir, ne yapılırsa fitne çıkarılmış veya fitneye sebep olunmuş olur?

Cevap: Bu konuda Hadîkada, fitne anlatılırken deniyor ki:

"Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları devlete karşı isyana kışkırtmak demektir. Zalim olan devlete de itaat etmek vaciptir."

Ayrıca Berîkada da deniyor ki:

"Başınızdaki amir, bir Habeş hizmetçi gibi zelil, adi, aşağı kimse olsa da, İslâmiyete uygun emirlerine itaat vaciptir. İslâmiyete uymayan emirlerine de, fitneye, fesada sebep olmamak için karşı gelmemeli, isyan etmemelidir."

Din adamlarının insanlara yapamayacakları fetvaları bildirmeleri de fitneye sebep olur. Köylüye ve ihtiyara, tecvitsiz namaz kılınmaz demek böyledir. Çünkü, bunlar artık öğrenemez ve namazı büsbütün bırakır. Halbuki, tecvitsiz namazın caiz olduğuna, fetva verenler vardır. Bu fetva zayıf ise de, hiç kılmamaktan iyidir. Harac, meşakkat olunca başka mezhebi taklit caiz olduğunu düşünerek, cahillere, acizlere zorluk çıkarmamalıdır.

***

Sual: Bir kimse, tarlasından, bahçesinde elde ettiği mahsulün uşrunu vermezse, sadece verilmeyen uşur miktarı mı yoksa o mahsulün tamamı mı haram olur?

Cevap: Bu konuda İmâd-ül-islâm kitabında deniyor ki:

"Çift sürmekle hasıl olsun, bağdan hasıl olsun, mahsulün onda birini fakir Müslümana vermeden önce yemek haramdır. Eğer ölçü ile çıkarıp, ölçü ile yedikten sonra, yediğinin de uşrunu hesap edip verirse, önce yemiş olduğu helal olur.

On kile buğday alan, bir kilesini Müslüman fakire vermezse, yalnız o bir kilesi değil, on kilenin hepsi haram olur. Sahibinin rızası yok iken, onun yerini ekip mahsul alan kimseye, elde ettiği mahsulden yalnız masrafı, sermayesi kadarı helal olup, fazlası haram olur. Fazlasını fakirlere sadaka vermesi lazımdır."

***

Sual: Yatılı olarak gelen misafire, kaldığı süre içinde her gün ikramda bulunmak, dinimizin emri midir?

Cevap: Bu konuda Mâ-lâ-büddede deniyor ki:

"Gelen misafire üç gün ziyafet vermek, müekked sünnettir. Sonraki günlerde ise müstehabdır."

***

Sual: Bir veya birkaç kişi yemek yerken, oraya gelen bir kimse, bu yemek yiyenlere selam verebilir mi?

Cevap: Eğer gelen açsa ve sofraya çağrılacağını bilirse, yemek yiyenlere selam verebilir.

***

Sual: Kimler ne zaman ve hangi hallerde özür sahibi olur ve bunlar nelere dikkat etmelidir? Abdesti bozan şeylerde özür sahibi olmayanlar Maliki mezhebini taklit edebilir mi?

Cevap: Abdesti bozan şeyin bedenden çıkması, devamlı olursa, (Özür) denir. İdrar, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması ve yaradan kan, sarı su akması, ağrıdan, şişten dolayı gözyaşı akması devamlı olunca, bu kimse ve istihaza kanı akan kadın, (Özür sahibi) olurlar. Tıkamakla, ilaç ile veya namazı oturarak yahut ima ile kılarak, bunları durdurmaları lâzımdır. Namaz vakti çıkınca , özür sahibinin abdesti bozulur. Vakit çıkmadan önce de, özre sebep olan şeyden başka bir sebep ile abdesti yine bozulur. Mesela, burnu deliklerinin birinden kan gelmekte iken abdest alıp, sonra diğer delikten de akmağa başlasa, abdesti bozulur. Hanefide ve Şafiide, (özür sahibi) olmak için, abdesti bozan şeyin, bir namaz vaktinde devamlı akması lâzımdır.

Abdest alıp, o vaktin farzını kılacak kadar bir zamanda akmazsa, özür sahibi olmaz. Bir kimse özür sahibi olunca, sonraki namaz vakitlerinde, bir kere, bir damla bile gelse, özür sahibi olması, o vakitlerde de devam eder. Bir namaz vaktinde hiç gelmezse, özür sahibi olmak biter. Özre sebep olan necaset elbiseye dirhem miktarından fazla bulaşınca, tekrar bulaşmasına mani olmak mümkün ise, bulaşmış yeri yıkamak lâzım olur. (El-fıkh-u alel-mezâhib-ilerbe'a)da diyor ki, (Bir hastanın Maliki mezhebine göre özür sahibi olması için, iki kavil vardır: Birinci kavle göre, abdesti bozan şeyin, bir namaz vaktinin yarısından fazla devam etmesi ve başladığı ve durduğu vakitlerinin belli olmaması lâzımdır. İkinci kavle göre, birinci kavildeki iki şart olmasa dahi, bu akıntılar başlayınca, hasta özür sahibi olur. Abdesti bozulmaz. Kesildiği vakit malum olursa namaza duracağı zaman, abdest alması müstehab olur. Hanefide ve Şafiide özür sahibi olamayan hasta ve ihtiyar, Maliki mezhebinin ikinci kavlini taklid eder.) (İslâm Ahlâkı s. 279)


Sual: Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile ederek dua etmek, şirk mi olur?

Cevap: Hadîkada, (Ey insanlar! Çok gizli olan şirkten sakınınız!) hadîs-i şerifi açıklanırken, buyruluyor ki:

"Bu şirk, yalnız sebepleri görmek, Allahü teâlânın yarattığını düşünmemektir. İşleri sebeplerin yaptığına inanmak, Allahü teâlâya şerik, ortak yapmak olur." Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, Eşi'at-ül-leme'ât kitabında buyuruyor ki:

"Putlara tapmaya Şirk-i ekber denir. Küfür olan şirk budur. Riya ile, gösteriş için ibadet, iyilik yapmaya Şirk-i asgar denir. Bu küçük şirk küfür değildir."

Hadîs-i şerifte, ruhlardan ve ölülerden bir şey istemeye şirk denmiyor. Görünen veya görünmeyen şeylerden bir şey isterken, yani sebeplere yapışırken, bu işi sebeplerin yaptığına inanmaya şirk deniyor. Sebeplere yapışmak sünnettir, sebeplerin yaptığına inanmak ise şirktir. Sebepler, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olurlar. İşleri yapan sebepler değil, Allahü teâlâdır. Herhangi bir sebebin, her istediğini yapabileceğine inanmak, onu Allahü teâlâya ortak yapmak olur. Bu inançla, ondan bir şey istemek, ona ibadet etmek olur. Sebebin yaratacağına inanmayıp, sebebe yapışınca, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak, sebebe tapınmak olmaz. Sebebe yapışmak olur.

Müslümanlar, diri ve ölülerden bir dilekte bulundukları zaman, bunların her istediklerini kendilerinin yapacaklarına inanmıyorlar. Sebebe yapışınca, dileklerini, Allahü teâlânın yaratacağına inanıyorlar. Bunun için, Müslümanların ruhlardan ve ölülerden bir şey istemeleri, bunlara tapınmak olmaz. Allahü teâlâ, her şeyi sebep ile yaratıyor. Sebeplere yapışmamızı emir ediyor. Bunun için dileklerimize kavuşmak için, bunların sebeplerine yapışıyoruz. Sebeplere yapışmak değil, sebeplerden beklemek, şirk oluyor. Her istediklerini yapabileceklerine inanarak onlardan beklemek, şirk-i ekber oluyor. Allahü teâlânın verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanmak, şirk-i hafî oluyor. Sebeplerden beklemeyip, onların yapacaklarına inanmayıp, yalnız Allahü teâlânın yaratacağına inanarak, dileği yalnız Allahdan beklemek, İslâm dinine uymak oluyor. Müslümanların ölülerden ve ruhlardan dilekte bulunmaları böyledir. Böyle meşru dilekte bulunmaya Tevessül ve İstigâse denilmektedir.

***

Sual: Duanın ve ibadetin kabul olmasının şartı var mıdır? Amelin sahih olması ile kabul olması ne manaya gelir?

Cevap: Duaların ve herhangi bir amelin kabul olunmasının şartı ve sebebi beştir: İman, İlim, Niyet, Hulûs yani İhlâs ve Kul hakkı bulunmamaktır. Önce, Ehl-i sünnet itikadında olmak, sonra yapılacak ibadetin sıhhatinin şartlarını bilmek lazımdır.

Bir amelin, ibadetin sahih olması başkadır, kabul olması başkadır. İbadetlerin sahih olmaları için, kendilerine mahsus şartları, farzları vardır. Bunlardan biri noksan olursa, o ibadet sahih olmaz. O ibadet yapılmamış olur. Cezasından, azabından kurtulamaz. Sahih olup da, kabul olmayan ibadet için azap yapılmaz ise de, o ibadetin sevabına kavuşamaz. İbadetin kabul olması için, önce sahih olması, sonra yukarıda yazılı beş şartın bulunması da lazımdır. Kul hakkı da bu şartlara dahildir. İmâm-ı Rabbânî "rahime-hullahü teâlâ", ikinci cildin seksenyedinci mektubunda diyor ki, (Bir kimse, Peygamberin ameli gibi amel yapsa, fakat üzerinde yarım dank [yani çok az] kul borcu olsa, bunu ödemedikçe Cennete giremez). [Duaları da kabul olmaz.] (İslâm Ahlâkı s. 192)